30 Eylül 2009 Çarşamba

Blogger Sorunları

Blogspot uzantılı sitelere (ve haliyle buraya) uzun süre sonra ilk defa bugün erişebildim. Hosts dosyasından ip değiştirmek de işe yaramamıştı. Tesadüf mü yoksa blogspot'a erişim artık düzeldi mi göreceğiz. Düzelmediyse bir süre daha buralar boş kalacak.

Hadi kalın sağlıcakla....

14 Eylül 2009 Pazartesi

Her Daim Alex

Fazla yazasım gelmiyor şimdi. Boşuna tapmıyoruz biz ona, kaptan gemisini yine kurtardı. Papazın Çayırı'nda kendisi hakkında mükemmel bir yazı var. Tavsiye edilir.

Comeback Queen Mom

"Ulan porno adı gibi oldu" dedim kendi kendime. Lakin ben bulmadım bu başlığı. Amerika Açık'ın resmi sitesinde kullanmışlar bahsi geçen ibareyi. Önce sakatlıklar, ardından gelen doğum ve 2 senedir tenis oynamayan Kim Clijsters, dün gece Amerika Açık şampiyonu oldu. Bu durum biraz da bayanlar tenisinin acı durumunu gösterse de bu (özellikle ilk 5 te dolanıp duran ama Grand Slam kazanmaktan aciz Slavlar) onun da hakkını yememek lazım. Müthiş bir başarı hikayesi bu. Wozniacki' yi 7-5 ve 6-3 lük setlerle 2-0 yendi Kim Clijsters. İlginç anektodlar da var bu başarı hikayesinde. Tarihte seri başı olmadan bir Grand Slam kazanan ilk tenisçi öncelikle. Hatta seri başı olmayı geçtim bu turnuvaya Wild Card ile girdiğini herkes hatırlar. Yine tarihte Grand Slam şampiyonu olan sadece iki anneden biri oldu. Diğeri de 1980 Wimbledon şampiyonu Evonne Goolagong. Kendisi gibi güzel bu başarı hikayesini alkışlamadan edemiyor insan. Daha nice şampiyonluklar kazanması dileğiyle.

13 Eylül 2009 Pazar

Adebayor

Manchester City: 4 - Arsenal: 2

Adam değilsin.

Standard Chartered

Standard Chartered adını daha önce duyan pek yoktur kanımca. Londra merkezli bir banka Standard Chartered. "Ne alaka lan?" diyebilirsiniz. Mevzu şu ki Standard Chartered ile Liverpool 4 yıllık 80 milyon pound'a forma reklamı için anlaştılar. Ekonomik yönden mükemmel bir anlaşma ama gözler o kadar alışmıştı ki Carlsberg' lü Liverpool formasına bu çok acayip gelecek. Kaç senedir Carlsberg reklamı vardı bilmem. Ben kendimi bildim bileli vardı işte. Her şey zamanla değişiyor, parayı veren düdüğü çalıyor.

Hobarey!


Akşamki Bursa maçında Önder Turacı'nın sakat olması nedeniyle Bilica'yı oynatmak zorunda olan Daum'un yabancı kontenjanı nedeniyle milli maç yorgunu olan Andre Santos'u oynatmaması bekleniyor. Yerine oynayacak isim ise Vederson.

Meali: Uğur Boral'dan resmen kurtulmuş bulunuyoruz

Hit the road, Jack
And don't you come back
No more! No more! No more! No more!

Kim Clijsters Finalde

Öncelikle döndüğü için ne kadar mutlu olduğumu söylemeliyim Kim Clijsters'in. Grand Slam kazanma özürlü Ruslardan ve Williams'lardan çok sıkılmaya başlamıştım zira. 2 yıllık aranın ardından tenise dönen ve Wild Card'la Amerika Açık'a katılan Clijsters finale kadar yükseldi. Kendi seyircileri önünde de Williams kardeşlerden önce Venüs'ü sonra Serena'yı alt etmeyi başardı. Dünkü maç pek hoş değildi ama. Serena Williams'a diyecek bir söz bulamıyorum. Bu kadar delirmeye ne lüzum vardı ki? İlk sette sinirden raketini parçaladıktan sonra 2. sette deoyunlarda 5-4 Klijsters üstünken kendisine verilen bir "foot fault" sonunda amiyane tavırla amı götü dağıttı. Çizgi hakeminin üzerine yürüyüp küfürler savurması mı dersiniz, bu aptal ergen kız tavırları mı dersiniz, maç sonrasında yaptığı açıklamalar mı dersiniz artık bilemem ama her haliyle iğrençti. Çizgi hakemine söyledikleri yüzünden aldığı ceza puanı da maçı kaybetmesine neden oldu. Clijsters zaten kazanacaktı da Serena'nın bu hareketleri onun zaferine gölge düşürdü. Garibim doğru düzgün sevinemedi bile kazandığı için. Neyse Serena'dan konuşmanın lüzumu yok artık. Kim şimdi finalde Belçikalı Yanina Wickmayer'i 2-0 yenerek finale çıkan Danimarkalı Caroline Wozniacki ile karşılaşacak. Umarım kazanır. Endamına kurban.

Görüntüler

NBA Hall Of Fame 2009 Seramonisi







"Hall OF Fame" törenleri tarihinin unutulmazlarından biri oldu bu. 2003'te basketbolu bırakan üç efsane; Michael Jordan, John Stockton ve David Robinson ve iki efsane koç Jerry Sloan ile Vivivan Stringer Nba Hall Of Fame'e dahil oldular. "Koca yürek" David Robinson'ı sevmeyen bir adamın olabileceğine inanmıyorum bu dünyada zaten. 71 sayı attığı Clippers maçını da biyerden mutlaka bulun izleyin. John Stockton da kılkuyruk tipine rağmen gelmiş geçmiş en iyi üç pg' dan biridir zaten benim gözümde (Magic Johnson' ın bir arkası, Jason Kidd'in bir önü diyerek açalım hatta). Törenin esas şonu ise elbetteki gelmiş geçmiş en iyi basketbolcu kabul edilen Michael Jordan'dı. Öyle bir konuşma yaptı ki, sadece bu bile neden Jordan olduğunun anlamaya yeterdi. Kürsüye çıkıp klasik bir x'e teşşekkürler, y 'ye sevgiler konuşması yapmadı. Aksine pek çok kişiye güzelce "geçirdi". Onu rekabetçi olma yolunda daha çok ateşleyenlere ise saygılarını sundu. Hayatımda izlediğim en iyi ve en etkileyici konuşmalardan biriydi. "Kim bilir belki 50 yaşımda tekrar geri dönerim" dediğinde salondan yükselen kahkalara dediği bile çok manidardı, "Gülmeyin."

Çok yaşa Majesteleri.

Jordan'ın konuşması: İzleyin, izlettirin.
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3

Ve Jerry Krause'a verilen en güzel ayar:
"Jerry's not here, i don't know who'd invite him. I didn't. I hope he understands it goes a long way. He's a very competitive person. I was a very competitive person. He said organizations win championships. I said, 'i didn't see organizations playing with the flu in Utah. I didn't see it playing with a bad ankle.'"

11 Eylül 2009 Cuma

Allen Iverson Memphis'de


Zerre kadar sevmediğim bir adamdır, baştan söyleyeyim. Kariyerindeki serbest düşüş devam ediyor güzel bir cümle olurdu; ancak Detroit macerası kadar düşebileceğini zannetmiyorum. İlk 5'te çıkacabileceği sayılı takım kalmıştı şu ligde. Onlardan biri de Memphis işte. 3 numarasına tekrar kavuşmuş en azından. Zach Randolph'la top benim kavgası yaparlarsa şaşırmam. Taraftar heyecanlı tabii, ne olursa olsun Iverson. Boru değil. Yine de bir eskiden muadili olan Kobe Bryant'ın şu anki konumuna bakın bir de Iverson'a. Sonuç ortada. Pek ibret alınacak bir hikayeyle sonlanmayacak kariyeri. Playoff? Nah playoff diyorum.

Hobogestapo

9 Eylül 2009 Çarşamba

The Unreasonable Man's Notebook - 8

*Blogda hafiften güncelleme sorunu yaşıyorum bu aralar, 20 si civarı da zirveye çıkacak gibi bu durum. Burda daha önce bahsetmedim sanırım ama artık İstanbullu oluyorum. Koç Üniversitesi'ne girmiş bulunmaktayım zira. 20 Eylül gibi de taşınacağım. Taşıyacak eşya çok, zaman yok. Aman ne güzel.
*Artık benim de bir twitter hesabım var. Takip etmek isteyen olursa diye verelim: http://twitter.com/mhiziroglu
*A Milli Basketbol Takımı Avrupa Şampiyonası'nda çok iyi gidiyor. Bozulmamalarını temenni ediyoruz.
*Semih Erden zaten Fenerbahçelileri kanser eden bir oyuncuydu, artık tüm ülkeyi kanser ediyor. Basketbol lisansını manavdan almış.
*Alan Moore'un ne kadar muhteşem bir adam olduğunu burada anlata anlata bitiremem. Henüz sadece Watchmen, V For Vendetta ve Batman Killing Joke' unu okuma fırsatı buldum ama diğer eserlerini de bir şekilde edineceğim. Böyle hastalıklı derecede zeka ve yetenek fışkıran bir zihin ara ki bulasın. Bir de The Mindscape Of Alan Moore belgeselini sipariş ettim. Bu ilahın beyniyle daha haşır neşir olmak isteyenlere tavsiye edilir. Moore'un postmodernizm eleştirisi, hayat, bilinç, delilik, şovenizm, tanrı, büyü, ölüm, kıyamet vs. konusundaki görüşleri...
*Watchmen'in filminin Reset Magazine' de güzel bir incelemesi vardı. Biraz kendi yorumlarımı katıp buraya aktaracağım birkaç güne.
*Şu aralar Marquis de Sade'nin "Tanrıya Karşı Söylev" ini okuyorum. Bu kadar sert bir ateizm'le karşılaşmak, olayı daha yumuşak ve incelikli ele alan Richard Dawkins'den sonra tokat etkisi yaptı.
*İyice ne okuyorum, ne halt ediyorum'a döndü bu yazı şu aralar en çok dinlediğim dört albümü de yazatyım bari: Bob Dylan - New Morning, Coldplay - Viva La Vida or Death And All Of His Friends, The Beatles - Abbey Road, Pink Floyd - The Wall
*Müzik demişken Boyce Avenue adlı grubu yeni keşfettim. Özellikle akustik cover'ları bir harika. Şuradan hepsine ulaşılabilir.
*Andre Dos Santos sağolsun artık Uğur Boral'ın o lüle saçlarını görmüyoruz. Ne kadar mutluyum anlatamam.
*Bu arada Semih'in son dakika golüyle kazandığımız Manisaspor maçında tribündeydim. İnanılmazdı gerçekten. Yine de umarım o golün gazına gelip maçta yapılan yanlışları dikkate almamazlık etmezler.
*Ankara Karum Alışveriş Merkezi'ndeki Fenerium ne bok yemeye kapandı anlamadım.
*Kaçıncı olduğunu sayamadığım Ipod kulaklığım da gün itibariyle bozuldu. Sinirden parçaladım ben de iyice. Steve Jobs'a da acayip kılım.
*"Var Mısın Yok Musun" dan bıkmadı mı hala bu halk? Kimseye de 500.000 çıkacağı da yok gibi.
*Dizilerde sezon finallerini pamuk gibi beyaz tenleriyle yaptıktan sonra kızarmış tavuk gibi yanıp, hikayenin kaldığı yerden devam ettiği sezon açılışına Eto'o tadında arz-ı endam eden oyunculara hastayım.
*Bizimkiler'deki "Dumkof" karakteri ne efsane bir karakterdi. Keza Şirketteki "cıvık bacım afedersin" Abbas, "Anaam Katil" Kapıcı Cafer, "Vatandaşa Cart Curt Yok" Katil de öyle.
*Aslında şimdi Sabri Bey'i falan da düşündüm de o dizideki her karakter efsaneydi yahu. Daha "Tak Tak" Sedat'ı, Cemil'i falan da var.
*Aykut Oray'ın öldüğüne de çok üzülmüştüm. Toprağı bol olsun. Aklıma geldi yeniden.
*Şakir Eczacıbaşı'nın "Oscar Wilde: Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler" adlı kitabını her insan evladı okumalı bence.
*Oscar Wilde muhteşem sözlerinden biriyle bitirelim: "Uzun süren güzelim bir intihardır sanatçı yaşamı..."

Hadi Kalın Sağlıcakla

Notebook

Kapak Kızı

Dünya Atletizm Şampiyonası'nda rekor kırarak 800 metre'de altın madalya kazanan; ancak kadın olup olmadığı tartışılan Caster Semenya Güney Afrika'nın You dergisinin bu ayki kapak kızı olmuş. Bir de böyle bakın bakalım diyorlar.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Lakers 2009 Şampiyonluk DVD' si


Nihayet bugün elime ulaştı bu dvd. Şampiyonlukla taçlanan, unutulmaz performansların yaşandığı bu masalsı sezonu yeniden yaşamak isteyen tüm Lakers taraftarlarının kaçırmaması gereken bir belgesel. Normal sezonun önemli anları, tüm play-off maçları ve perde arkası görüntüleri, üzerine oyuncu yorumlarıyla çok leziz olmuş bence. Tek eksiği Phil Jackson' ın Batı Karması'nın koçluğunu yaptığı, Shaq ve Kobe'nin yeniden buluşup bir de üzerine MVP ödülünü paylaştıkları 2009 All-Star maçına yer verilmemiş olması. O kadar kusuru da olsun canım. Sağlam bir ekstra içeriğine de sahip olduğunu belirtelim.

Amazon'da 25 dolardan 20 dolara düşmüş durumda şu an. İlgilenenlere duyurulur.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Arjen Robben Bayern Münih'te

Bu transfer her şeyin oldukça iyi gittiği Real Madrid'in hıyarlığıdır bence. Yetenek olarak 90 milyon euro vermeye kastıkları Ribery'den hiçbir eksiği olmayan bir oyuncudur Robben benim gözümde. Üstelik Nistelrooy ve Van Der Vaart kadrodayken gönderildi Robben. Solda Robben - ortada Kaka - sağda Ronaldo kağıt üzerinde mükemmel duracaktı ama olmadı. Bayern için ise mükemmel bir transfer elbette. Haftanın 7 günü Ribery kaprisi de dinlemek zorunda kalmazlar artık. 25 Milyon Euro ödenecek bu transfer için. Madrid'in 22 milyon zararı var elbette ama Perez'e koymuyor tabii. Dediğim gibi Bayern adına çok iyi, Madrid adına da çok gerzekçe bir hareket olduğunu düşünüyorum bu transferin.

28 Ağustos 2009 Cuma

Manchester City


Avrupa Ligi Grup Kuraları

Galatasaray da Fenerbahçe de oldukça iyi kuralar çektiler. 5 büyük ligden hiç bir takım gelmedi. Gelen iki seribaşı da bizimkilerden kötü diyebiliriz. Mehmet Özkan Lig Tv'de Twente, Sheriff ve Steaua'nın oyuncularının değerleri toplamı Fenerbahçe etmiyor dedi. Doğrudur tabii. 1. torbadan seç bi takım deseler ben Steaua derdim zaten. Sheriff zaten kupaya katılan en az puanlı takım. Fenerbahçe'yi biraz Twente zorlar burada(resmi sitelerindeki ankette %84 gruptan Fenerbahçe - Twente çıkar demişler zaten). Bu tabloda Fenerbahçe gruptan çıkamazsa rezalet olur. Gerçi Daum'un "öncelik ligde" açıklaması teknik heyetin Avrupa kupalarına bakış açılarının çapını belli ediyor. Bu zihniyet gerçekten yerleşmişşe Fenerbahçe son 8'e bile kalamaz söyleyim. 3 yıl sözü var ya varsa yoksa lig. Bu arada Sion maçını izleyemedim yorum yapamıyorum; ama çok laubali oynamış Fenerbahçe. Muhtemelen bir önceki cümleyle alakalı olaraktan Manisa maçını düşünüyorlardır. Kadro kalitesi Şampiyonlar Ligi'nden ters bir takım gelmezse en az çeyrek finali görür gibi ama işte zihniyet, yapmayın gözünüzü seveyim demek istiyorum Daum'a. Neyse bekleyelim görelim. Twente de 2. çıkar bence buradan.

Galatasaray'ın işi Fenerbahçe kadar olmasa da kolay. 1. demek zor zira Panathinaikos büyük yatırımlar yaptı bu yaz. Djibril Cisse' yi klüp tarihinin en yüksek transfer parasını vererek aldılar. Gilberto Silva, Katsouranis ve daha pek çok Yunan milli takımı oyuncusu da var kadroda. Beklentileri yüksek. Kadro değeri de 100 milyona yakın. Sturm Graz ise geçen sene Türk takımlarını iyi bir benzeten Metalist Kharkiv'i eleyerek geldi. Başka bir şey söylemek zor onlar adına. Galatasaray ve Panathinaikos bu gruptan çıkarlar bence. Hangisi birinci olur orasını bilemem. Ten Cate ile Rijkaard bu sefer karşı karşıya.

Grup B de çok sağlam grup olmuş. Bu kupada ne kadar sağlam olunabilirse o kadar yani. Yoksa bir halta benzemiyor.

Tuncay Şanlı Stoke City'de

Hepimizin hayali demiştik, olmadı. Tuncay Şanlı Premier Lig'de kalmayı tercih etti. Bana göre de kendi kariyeri açısından daha doğru olanı yaptı. Bazı sitelerde "Tuncay'ın çapsızlığı" tarzı yorumlar yapılıyor. Bence saçma. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde bile olmadığı bir sezonda geri dönmek kendisi pek hayırlı olmazdı. Bizim için lokum gibi olurdu ama dediğim gibi Tuncay'a da biraz hak vermek lazım. Belki Fenerbahçe'de göreceği sevginin çeyreğini bile göremeyecek, o kadar göz önünde olmayacak ve hatta takımı bu sene küme düşecek; ama o ne olursa olsun Premier Lig' de oynamış olacak ve yapacağı bir patlama büyük kulüpler için daha geniş bir kapı açacak. Dediğim gibi Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde olmaması burada büyük bir etken. Türkiye'de yaptıklarınızla bir yere kadar ilgi çekebilirsiniz. Belki de dönüşü ona Avrupa kapılarını tamamen kapatacaktı. Eminim bunları düşünmüştür. Bir gün elbet dönecektir; ancak bu kadar gençken dönmemesi kendisi için daha hayırlıdır. Biz üzülmedik mi? Üzüldük tabii; ama Tuncay'ın yerinde olsaydım ben de aynısını yapardım. "Asansör futbolcu" tabiri de kullanılmış. Stoke City'nin geçen sezonu 12. bitirdiğini hatırlatmalı.

Şampiyonlar Ligi Gruplar

A Grubu: Bayern Münih, Juventus, Bordeaux, Maccabi Haifa
B Grubu: Manchester United, CSKA Moskova, Beşiktaş, Wolfsburg
C Grubu: Milan, Real Madrid, O. Marsilya, FC Zürih
D Grubu: Chelsea, Porto, Atletico Madrid , Apoel FC
E Grubu: Liverpool, O. Lyon, Fiorentina, Debrecen
F Grubu: Barcelona, Inter, D. Kiev. Rubin Kazan
G Grubu: Sevilla, G. Rangers, Stuttgart, Unirea
H Grubu: Arsenal, AZ Alkmaar, Olympiakos, Standard Liege

B grubuna yerleştiklerinde bütün Beşiktaşlılar bi oh çekmişti haklı olarak. Gel gör ki kura şanssızlıklarını gösterdiler ve son torbadan gelebilecek en zor takım geldi gruba. Beleş bir takım gelse 3. lüğü garantilerlerdi; ancak şimdi 3. olabilmek için bile büyük bir savaş olacak orda. Fikstürün de Rusya deplasmanının erken olması dışında bir avantajı yok. Son maça garantilemiş bir Manchester ile oynamak çok daha hayırlı olabilirdi. İlk maç Manchester hoş değil. Ortada da iki tane Wolfsburg var. Ne diyelim Beşiktaş'ın işi zor. Ben Manchester ve Wolfsburg diyorum.

A Grubunda Bayern toparlanamazsa Bordeaux'dan çelmeyi yer gibi geliyor bana. Juve-Bayern ikilisi daha olası yine de çıkmak için. Haifa 3. olsun Rummenige'ye yemek ısmarlarım.

C Grubu Zürih'i hayattan soğutur. Ölüm grubu diyebiliriz. Real 1, Milan 2 olur bence burada.

D Grubu'nda Chelsea ve Şampiyonlar Ligi kaşarı Porto'nun önü açık gibi duruyor. Atletico çıkarsa sürpriz olur benim için. Apoel fındık fıstık.

E Grubu'nda Liverpool geçer, Lyon ve Fiorentina savaşından bence burun farkıyla Fiorentina çıkar. Lyon' un yeni halini izleme imkanı bulamadım ama. Dediklerimi ağzıma tıkarlarsa karışmam. Debrecen'e diyecek lafım yok. Platini'nin yeni politikası yüzünden bir sürü averaj takımı izleyeceğiz bundan sonra Şampiyonlar Ligi'nde.

F Grubu ikinci ölüm grubu. Eto'o Nou Camp bi tane çaksa zevkten 4 köşe olurum. İbra'da San Siro'ya dönüyor. Mourinho sallar durur artık Guardiola'ya. Bu ikili yüksek ihtimal çıkar da zor Ukrayna ve Rusya deplasmanlarına gidecekler. Biraz üşüsünler. Rubin Kazan, Kiev'i altına alırsa şaşırmamak lazım.

G Grubu'nda Sevilla, Stuttgart diyorum. Şampiyonlar Ligi'nin en az ilgi çeken grubu olacak. Kimse yüzüne bakmaz.

H Grubu: Arseal birinciliğin favorisi elbette, ikincilik için AZ' yi daha şanslı görsem de Olympiakos fırlayabilir aradan. Zor tahmin. AZ diyelim yine de.

27 Ağustos 2009 Perşembe

"La Liga May Be The World's Best League"

"La Liga have bought marquee players – I think Ronaldo obviously, Kaká and Ibrahimovic are three of the best players in the world and any team would like to have them."

"I think the last three or four years we've had English teams in the semi-finals of the Champions League so that says it all about where the Premier League is at at the moment. This season we have to wait and see if we're still the best league in the world or not."

Manchester United'ın yıldız oyuncusu Rio Ferdinand'ın Guardian'a verdiği röportajda yaptığı La Liga ve Premier Lig karşılaştırması bu. Seçilen başlık gaz ama söyledikleri o kadar değil. Tek cümle özetini yaparsak "La Liga çok kaliteli oyuncular alsa da hangi ligin en iyisi olduğunu Şampiyonlar Ligi'ndeki performans gösterecek."

Jukebox - 6

1- John Denver & Placido Domingo - Perhaps Love

2- Chris De Burgh - When I Think Of You

3- Coldplay - Lovers In Japan / Reign Of Love

4- Simon & Garfunkel - Sound Of Silence

5- Mark Knopfler - Daddy's Gone To Knoxville

6- Bruce Springsteen - Rosalita (Come Out Tonight)

7- Billy Joel - Uptown Girl

8- Gary Moore - Parisienne Walkways

9- Johnny Cash - Ring Of Fire

10- Bob Dylan - The Times They Are A-Changin'

European Super League

Şampiyonlar Ligi kuraları bugün saat 19.00' da.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Upton Park'da Savaş









Green Street Hooligans filmini izleyenlere çok da hayret verici gelmemiştir bu olaylar.

25 Ağustos 2009 Salı

Çok Açılmak İstemiyorlar

Atmosfer olarak tatsız bir maç olacağını tahmin etmek pek de zor değildi maçtan önce. Özellikle siyasi gündemi oldukça meşgul eden bir de mevzu var haliyle Diyarbakır'ı ilgilendiren. Taraftarlar hakkında uzun uzun şunu attılar, şöyle yaptılar demeye gerek yok. Maçın içine ettiler işte. Bunun Fenerbahçe neftretinden ziyade Diyarbakırspor'u baltalamak için yapıldığını düşünüyorum. Kendi takımlarına da atıyorlar zira. Maça çok iyi başlayan Diyarbakırspo'un hızını da kesmeleri cabası. Birileri Diyarbakır'ı süper ligde istemiyor anlaşılan.

Maça geçersek Diyarbakır'ın ilk 30 dakikada oynadığı oyun oldukça iyiydi. Fenerbahçe daha ne olduğunu anlayamadan kalesine şut üstüne şut yağdı. Tabii bunda henüz hazır olmayan Lugano ve saçma hatalar yapan Bilica'nın payları yadsınamaz. İlk gol çok aptalcaydı da, sonraki pozisyonlarda maçın 2-0 olmaması Fenerbahçe'nin şansı. Volkan Demirel'in kontrolünde direkten dönen top efsanesi sürüyor. Gökhan Gönül de özellikle çizgiden çıkardığı top ve attığı golle maçın adamı oldu. Fenerbahçe' nin ilk golü bence hazırlanış ve son vuruş açısından sezonun şu ana kadarki en güzel golü. Hücumdaki son iki adamın takımın sağ ve sol beki olması Fenerbahçe' nin beklerinin etkinliğini gösteriyor. Gökhan'ın son vuruşu da müthişti. Bu golden sonra oyun Fenerbahçe'nin insiyatifinde geçti. 2. yarı Kazım ve Emre oldukça etkiliydiler. Geçen seneden sonra ikisi de müthişler bu sezon. Fenerbahçe adeta iki yetenekli oyuncu transfer etmiş gibi. Bu ikilinin etkili performansıyla oldukça rahat geçti ikinci yarı. Semih yaptığı koşularla tehlikeler yaratsa da (bir de penaltı golü var) forvet ikilisinin çok etkili olduğunu söylemek güç. Güiza kafasını biraz daha kaldırmalı. Özer Hurmacı'dan çok şeyler bekliyorum. Biraz geç girdi; ama yavaş yavaş da olsa maç temposu kazanması gerek. Kısaca her yönden zor geçmesi gereken deplasmanın sorunsuz atlatılması güzel. Takım her yönüyle geçen senenin üstüne koymuş. Bir tek Bilica "error" veriyor. Önder daha çok tercih edilmeli bence.

Çoğu Fenerbahçe taraftarının hayalindeki tablo belliı: Tuncay'ın dönüşüyle Andre Santos'un Carlos'un yerine çekilmesi. Şayet bu hamle olursa zaten dinamo gibi olan sağ koridordan bir eksiği kalmayacak solun da. Bunun üzerine de Lugano ve Özer form tuttuklarında, Alex ve Mehmet Topuz da iyileştiğinde Fenerbahçe tarihinin en "taş gibi" takımlarından birine sahip olacak. Benzer bir havaya sahip Galatasaray'da da durum böyle. Muhteşem bir şampiyonluk yarışı bizi bekliyor gibi.

23 Ağustos 2009 Pazar

Hıncal Uluç Neyi Beğenir?

Evet sırada Hıncal Uluç'un geleneksel Trt'ye sallama şenliğinin bu seneki ayağı var. Kendisi bu ülkede hiçbir şeyi beğenmez, haklı olduğu konular olsa da her şeyi abartmakta onun üstüne yoktur ve çok peşin fikirli söylevleri vardır. Bu söylevler de çok kişiyi bayar genelde. Bu sabit yorumlarını şimdi buraya yazsam kaç satır sürer kestiremiyorum bile. "Fenerbahçe'ye karşı oynayan her rakibin antrenörünün korkak olması" diyelim siz getirin devamını. Burada yine "x tatili, z rezilliği " temalı bir yazısı var Trt' ye verip veriştirdiği. Özellikle X ve Z dedim çünkü bu yazıyı alıp X yerine organizasyonların (olimpiyatlar, dünya kupası, avrupa şampiyonası hiç farketmez), Z yerine de yayıncı kuruluşun ismini yazdığınızda nur topu gibi bir Hıncal Uluç olabilirsiniz. Trt bu işi iyi bilmiyor belki ama Hıncal üstat daha Dünya Atletizm şampiyonası nerede yapılıyor onu bilmiyor. İşte Hıncal Uluç'un bakış açısı, "kendine bakmadan karşıya sok sokabildiğin kadar". Spor bilgileri Hıncal Uluç ve yorumlarından ibaret olan insanlara üzlüyorum bu yüzden. Dünya Atletizm Şampiyonasını Berlin'den Münih'e taşıdığı yazı aşağıda. "Federer adam değil" diyen bi adamdan ne beklersiniz ki

"Çirkin TRT, saygısız yayıncılık!..

Allahtan Eurosport var.. Allahtan Eurosport'da seyirciye ve spora saygı duyan, ekran başına derslerine çalışıp gelen sunucular var da, Dünya Atletizm Şampiyonasını izlemek için TRT'ye muhtaç olmuyoruz.. Atletizmi, adı Dünya Şampiyonası da olsa spordan saymayan bir yönetim anlayışı.. 25 yıldır atletizm anlattıkları halde, hâlâ bu sporu öğrenme zahmetine katlanmayan sunucular.. TRT Spor yüz karasıdır, utanç vericidir.. Bu ülke insanının vergilerinin çöpe atılmasıdır. Şampiyonayı Eurosport'dan izliyorum, ara ara Nejat Kök'ün yorumlarını merak ettiğim için TRT3'e dönüyorum. Ama TRT'nin çok geveze, o ağız ishali, o çok ama boş konuşan sunucuları Nejat'ı oraya süs diye götürmüş olmalılar. Konuşmasına izin vermiyorlar.. 800 metre kadınlar finali bitti.. TRT'ye döndüm.. Bu erkek olduğu iddia edilen ve kadınlık testine giren Güney Afrikalı oğlan çocuğu görüntülü mucize genç kız için Nejat ne diyecek diye.. Aaa!.. TRT yayını kesti.. Hep böyle yaparlar.. Kenan'dan bu yana hep böyle yaparlar.. Atletizm pistte yapılan koşudur. O bitince yayın biter.. Oysa dünyanın en büyük, en müthiş atletizm olayı dekatlon devam ediyor.. Dünyanın en güçlü insanları, yüksek atlamayı sürdürüyorlar.. Daha sonra da 400 metrede yarışacaklar.. Ama Dekatlon, o Kenan'ın anlatımlarıyla bu ülkede efsane olan dekatlon TRT için spor değil.. Cart diye kestiler yayını ve neye geçtiler.. "Ligde haftanın maçları.." Yahu o maçlar oynanalı üç gün olmuş.. Meraklısı 33 kez seyretmiş, Çarşamba gecesi o saatte ekran başında sadece atletizm meraklıları var, bu çiğlik, bu iğrençlik yapılır mı?.. Yapar.. Dünya Şampiyonası'nın sabah seanslarını yayın gereği dahi görmeyen TRT kafası bunu ilk defa yapmıyor ki.. Gene yaptılar.. Futbol girdi.. Altında da alt yazı geçiyor, günün en son haberlerini veriyorlar.. Sevsinler.. Gecenin saat 23.00'ü.. Alt yazıda "Nevin Yetkin bu akşam 100 metre engellide yarı final koşacak" diyor.. TRT haberciliğine, laubalilik, sorumsuzluk ve insanı adam yerine koymazlığına bakar mısınız?.. Nevin yarışıp eleneli 3 saat olmuş. Bir saat önce de final yapılmış, 100 engelli bitmiş. TRT hala öğlen 12.00'nin haberini geçiyor alt yazıda.. Döndüm Eurosport'a.. O müthiş dekatlonu seyrettim.. Son senelerin en çekişmeli mücadelesi.. Altına yarışan en az beş adam var.. Altıncısı da Dünya Rekortmeni.. Öylesi.. Ve de Münih Olimpiyat Stadı tıklım tıklım dolu, kimse terk edip gitmemiş.. Giden sadece TRT.. Bu halkın vergileri ile bu yayını satın alan, bu halkın vergileri ile koskoca bir ekibi Münih tatiline yollayan TRT.. Gece yarısı, TRT3'e döndüm.. "O alt yazı yanlışlıkla orda kalmıştır. Düzeltmişlerdir" diye saf saf umut ederek.. Saat 24.00'te hâlâ "Nevin Yetkin bu akşam yarı final koşacak" yazısı dönüyordu.. Çünkü sorumsuz birinin ekrana yazdığı okuyup, rezilliği düzeltecek tek kişi yoktu TRT'de.. TRT Spor Servisi'nde.. Kurumda ferd-i vahit kendi yayınını izlemiyordu, bakar mısınız?.. Bay İbrahim Şahin.. Ben Hıncal Uluç.. TRT'ye Tele-Pazar yaparak eşek yükü ile para kazanıyordum. Programı bitirdiler diye TRT düşmanı oldum. Onun için bunları yazıyorum.. Siz sakın bana inanmayın.. Bu yazıya itibar etmeyin.. Bu muhteşem spor uzmanları, bu harika yayıncılarla, TRT'yi yönetmeye devam edin olur mu?.. Hatta Olimpiyatı piç edenlere yaptığınızı yapın.. Münih dönüşü, TRT Spor Servisi'ne gene plaket verin. Sizin gibi Genel Müdüre o yakışır!.. "

Bir plaket de Hıncal Uluç'a lütfen... Münih'te mavi pist vardı da biz mi koşmadık Ercan?

Inglourious Basterds

Sinemayla çok içli dış olmama rağmen burada fazla film yorumu yapmam; ancak Quentin Tarantino'nun yeni filmi biraz istisna gösterilmeyi fazlasıyla hakediyor.

2. Dünya Savaşı filmlerini nasıl bilirsiniz? Onu geçelim tarihi filmleri nasıl bilirsiniz? Bir yönetmen ele alacağı konuyu, dönemi inceler oyuncularını belirler ve kendi çizgisinde tarihsel bir yorum yapar; lakin bir konu pek çok kez tekrar edilirse artık seyirciyi sıkmaya başlar. Bunun en iyi örnekleri Vietnam ve 2. Dünya Savaşı filmleridir. Burada karşımızda yine bir 2. Dünya Savaşı filmi var. Tek bir farkla, yönetmen Tarantino ve 2. Dünya Savaşına bakışı tamamen sapıkça. Öncelikle söyleyelim bu filmdeki olayların çoğu gerçekten olmuş olaylar değil. Tarantino kendi tarihini yazıyor. Herkesin ruh hastası olduğu bir dünya var karşımızda. Belki de bir bakıma 2. Dünya Savaşı parodisi bu. Zaten bu şekilde bir üslupla film çekebilecek bir tek Coen Kardeşler var Tarantino'dan başka.

Filmi izlerken ekibin bu filmi çekerken oldukça eğlenmiş olduğunu farkedebilirsiniz. Filmde patlatılan çoğu kahkaha içten geliyor sanki. Hikayeden çok bahsedip tadını kaçırmak istemem. Özetle bir grup Amerika destekli Yahudi' nin kuruduğu Nazi Avcısı bir ekibin hikayesi. Yan hikayeler de oldukça fazla elbette. Burada özeliikle Christoph Waltz ve Til Schweiger'e özel birer yer ayırmamız gerekiyor. İkisi de mükemmeller zira. Hans Landa ve Hugo Stiglitz gibi iki unutulmaz karakter kazandırmışlar sinema dünyasına. Özellikle Hans Landa karakteriylr Christoph Waltz ışıldıyor (kaç dil konuşabildiğini de merak etmiyor değilim). Brad Pitt de oldukça iyi. Aksanını bütün film boyunca bir ritm gibi ayarlıyor, oldukça komik bir konuşma tarzı ortaya koyuyor. Özellikle Albay'ın İtalyanca konuştuğu sahnedeki mimikleri çapını belli ediyor. Melaine Laurent de soğuk güzelliği ve etkileyici oyunculuğuyla dikkat çekici. Filmin tek zayıf halkası Diane Kruger bence. Bu kadar iyi oyunculuğun yanında "kalaslığıyla" çok sırıtıyor.

Filmin bir askeri mahzen-bar karışımı mekanda geçen kısmı özellikle uzun züre hafızalardan çıkmayacak performanslara ev sahipliği yapıyor. Bunun dışında Tarantino tarzı bölüm geçişleri, sarı yazıları ve ekranı bolca kırmızıya boyayan ölüm sahneleri üst düzey bir sinematografi sunuyor bizlere. Keza finali de biraz önce bahsettiğim bölüm gibi bir klasik haline gelebilir. Kendinizi "yüzlerce insan ölürken hiç bu kadar kahkaha atmış mıydım?" diye sorarken yakalayacaksınız.

Film mesaj kaygısından ziyade dalga kaygısına sahip. Yani mesaj vermeliyim mantığıyla gitmiyor. Önüne geçen her şeyle dalga geçiyor. Savaş olgusu, Almanlar, Amerikalılar, Yahudiler, Fransızlar hepsi nasibini alıyor bu bombardımandan. Çoğu kişininin düşündüğü gibi bir Amerikan propagandası yok aslında. Daha çok Amerikalıların iki yüzlüğünden bahsediyor. Burada ekşi sözlük'te tam da anlatmak istediğim şeyi yakalamış olan mükemmel bir entry'i paylaşmak istiyorum. Kumru Jr takma adlı bir yazar tarafından yazılmış. Spoiler içeriyor dikkat.

"Amerikan tarihinin en kısa özetini aldığımızda göze çarpan en büyük "düşmanları" Kızılderililer ve radikal İslamcılar olmuştur. Amerika'nın topluma dayattığı bu sübjektif tarihte aklımızda kalan iki olgudan Kızılderililer ile ilgili olanı kafa derisi yüzerek ne kadar vahşi oldukları iken, radikal İslamcılar ile ilgili olan ise intihar bombacısı kullanarak sivil-asker demeden yaptıkları katliamlardır. Tarantino da filmde soysuzlar çetesine bu iki taktiği de kullandırarak, Amerika'nın yeri geldiğinde sırt çevirdiği bu taktikleri kullanmaktan asla çekinmeyeceğini göstermiştir.

Soysuzlar çetesi, baskın yaptıkları zaman ele geçirdikleri Nazi'lerin kafa derilerini yüzmüş ve hatta günümüz Taliban'ın kullandığı taktiklerden birisi olan kafa keserek adam öldürme eyleminin Tarantino çeşnili hali olan Beyzbol sopası ile adamı döven jJwbear karekterini de yaratmışlardır. Taliban bu vahşetin video kaydını yayınlayarak düşmanına psikolojik baskı oluşturmayı hedeflemişse, aynı şekilde Soysuzlar çetesi de aynı bağlamda baskınlarında bir Nazi'yi canlı bırakarak olanları diğer askerlere anlatmasını ve aynı terör etkisini oluşturmayı hedeflemiştir.

Yine filmin final sahnesinde görüldüğü üzere, Soysuzlar çetesi, "savaşı bitirmek için", üst düzey Nazi yetkililerini öldürmeye karar vermiş ve bunun için en uygun yöntemin ayaklarına dinamitler bağlanmış iki askeri sinema salonunu havaya uçurarak yapmasına karar vermiştir. ancak tıpkı filmde altı çizildiği gibi salonda sadece askeri yetkililer değil aynı zamanda film eleştirmenleri, film yapımcıları, ünlü oyuncular gibi siviller de mevcuttur. Amerika, günümüzde en çok eleştirdiği sivil ölümlerini bu kurgu filmde hiçe saymaktadır"

Evet işte Tarantino tam olarak da bunu vermeye çalışıyor. Amerikan yanlısı bir yanı pek yok yani filmin. İlk iki bölümü’nün senaryolarının 20 yıl öncesinde yazıldığını hatırlatalım. Tarantino uzun yıllardır hayalini kurmuş yani bu yapımın. Son sahnede Brad Pitt’in ağzından “bu benim şaheserim olabilir” cümlesi duyuluyor. Bu çok yüksek ihtimalle Tarantino’nun bu filmine bakış açısını yansıtan bir replik olmuş. Yönetmenin ağzından bir son gibi. Neden “bastards” değil de “basterds” diye sorarsanız mantıklı bir cevabı yok. Kelime oyunu yapılmış. Büyük ihtimalle normal bir film değil bu mesajını daha insanlar afişi görünce anlasın diye yapılmış.

Artık toparlasak iyi olur. Mükemmel bir soundtrack'e sahip, fazlaca Tarantino sosuna bulanmış, sapık ruhlu, itici, komik ve manyak bir 2. Dünya savaşı yorumu izlemek istiyorsanız bu filme mutlaka gidin derim. Ana karakterleri korunmuş, üzerine bir sürü kurmaca karakter eklenmiş, gerçekte olduğundan bambaşka bir son ile biten bir savaş ve “geberip duran” bir sürü tip. Başarılı, üstelik de rahatsız edici derecede başarılı bir yapım bu; kaçırılmaması gereken.



21 Ağustos 2009 Cuma

Ayıp


Herkes "Semanya erkek mi" diye tartışadursun Usain Bolt tarih yazmaya devam ediyor. 100 metre rekorundan sonra fırından şimdi de 19.19'luk dereceyle 200 metre rekoru çıkardı. Diğerlerine ayıptır.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Bu Erkek Ayol

Dünya Atletizm Şampiyonası yetkilileri de aynı cümleyi kurmuş olacaklar ki bayanlar 800 m şampiyonu Caster Semenya' ya cinsiyet testi yaptırma kararı aldılar. Gerçi daha önceden alınmış ama sonuçlar finale yetişmediği için Semenya çıkıp altınını almış. Diğer atletlere sağladığı ezici üstünlüğü (yarışta da en yakın rakibine epey fark atmasını) düşünürsek haklılar bu testi yaptırmakta. Eğer doğuştan gelen hormon bozuklukları varsa dereceleri ve madalyası kabul görecek; ancak sonradan hormon müdahelesiyle bu hale geldiyse o zaman sorun başlıyor işte. Öyle bir sonuç çıkarsa git erkeklerle yarış mı diyecekler bilinmez tabii.

Resme bakınca insanın "bildiğin erkek" diyesi geliyor yalnız. Rachel McAdams'ın üstüne gitmedi bu.

Rachel McAdams


Viva la Vida

Acetoblog'da Bülent Timurlenk abimiz Guardiola'nın Coldplay hayranlığı ve takım otobüsünde sürekli Viva la Vida' nın dinlenmesinden bahsetmişti. Bu yaz gittiğim şehirlerden biriydi Barcelona. E Barcelona'ya gidip Nou Camp ve tesislerini gezmemek olmaz tabii. Bu fotoğraf Barcelona müzesinin baş köşesinden. Bu sene kazanılan bütün kupaları dizmişler (hokey, hentbol ve daha bütün spor dallarında kazanılan kupalar da var). Köşenin yıldızları da bu üç kupa tabii ki. Hemen yanında bulunan ekranda 6-2 lik El Clasico, Şampiyonlar Ligi finali, Kral Kupası finali ve Barcelona'nın şampiyonluğu garantilediği Deportivo maçı görüntüleri var. Şenlikli geçen sezona ayrılmış güzel bir köşe. Fon Müziği? Viva la Vida elbette.

18 Ağustos 2009 Salı

Aptalca Sorunlar

Efendim günlerdir yaşadığım internet problemler nedeniyle bloga hiçbir şey yazamadım malum. Haftanın 5 günü olmayan rezil bir internet bağlantısı var. Gidip - gidip geliyor sürekli. Bağlandığı kısa dakikaları yakalarsam şanslı hissediyorum kendimi. Bilgisayarcılarda sürekli gidip geliyorsa yapabileceğimiz bir şey yok telekom'dan kaynaklanıyor dediler. Nasıl çözeceğimi bilemiyorum şu anda. Düzelince doğru dürüst yazmaya başlarım (düzelirse tabii). Telekom bir kez daha lanet okutacaksın kendine.