29 Ağustos 2009 Cumartesi
Arjen Robben Bayern Münih'te
28 Ağustos 2009 Cuma
Avrupa Ligi Grup Kuraları
Galatasaray'ın işi Fenerbahçe kadar olmasa da kolay. 1. demek zor zira Panathinaikos büyük yatırımlar yaptı bu yaz. Djibril Cisse' yi klüp tarihinin en yüksek transfer parasını vererek aldılar. Gilberto Silva, Katsouranis ve daha pek çok Yunan milli takımı oyuncusu da var kadroda. Beklentileri yüksek. Kadro değeri de 100 milyona yakın. Sturm Graz ise geçen sene Türk takımlarını iyi bir benzeten Metalist Kharkiv'i eleyerek geldi. Başka bir şey söylemek zor onlar adına. Galatasaray ve Panathinaikos bu gruptan çıkarlar bence. Hangisi birinci olur orasını bilemem. Ten Cate ile Rijkaard bu sefer karşı karşıya.
Grup B de çok sağlam grup olmuş. Bu kupada ne kadar sağlam olunabilirse o kadar yani. Yoksa bir halta benzemiyor.
Tuncay Şanlı Stoke City'de
Şampiyonlar Ligi Gruplar
B Grubu: Manchester United, CSKA Moskova, Beşiktaş, Wolfsburg
C Grubu: Milan, Real Madrid, O. Marsilya, FC Zürih
D Grubu: Chelsea, Porto, Atletico Madrid , Apoel FC
E Grubu: Liverpool, O. Lyon, Fiorentina, Debrecen
F Grubu: Barcelona, Inter, D. Kiev. Rubin Kazan
G Grubu: Sevilla, G. Rangers, Stuttgart, Unirea
H Grubu: Arsenal, AZ Alkmaar, Olympiakos, Standard Liege
B grubuna yerleştiklerinde bütün Beşiktaşlılar bi oh çekmişti haklı olarak. Gel gör ki kura şanssızlıklarını gösterdiler ve son torbadan gelebilecek en zor takım geldi gruba. Beleş bir takım gelse 3. lüğü garantilerlerdi; ancak şimdi 3. olabilmek için bile büyük bir savaş olacak orda. Fikstürün de Rusya deplasmanının erken olması dışında bir avantajı yok. Son maça garantilemiş bir Manchester ile oynamak çok daha hayırlı olabilirdi. İlk maç Manchester hoş değil. Ortada da iki tane Wolfsburg var. Ne diyelim Beşiktaş'ın işi zor. Ben Manchester ve Wolfsburg diyorum.
A Grubunda Bayern toparlanamazsa Bordeaux'dan çelmeyi yer gibi geliyor bana. Juve-Bayern ikilisi daha olası yine de çıkmak için. Haifa 3. olsun Rummenige'ye yemek ısmarlarım.
C Grubu Zürih'i hayattan soğutur. Ölüm grubu diyebiliriz. Real 1, Milan 2 olur bence burada.
D Grubu'nda Chelsea ve Şampiyonlar Ligi kaşarı Porto'nun önü açık gibi duruyor. Atletico çıkarsa sürpriz olur benim için. Apoel fındık fıstık.
E Grubu'nda Liverpool geçer, Lyon ve Fiorentina savaşından bence burun farkıyla Fiorentina çıkar. Lyon' un yeni halini izleme imkanı bulamadım ama. Dediklerimi ağzıma tıkarlarsa karışmam. Debrecen'e diyecek lafım yok. Platini'nin yeni politikası yüzünden bir sürü averaj takımı izleyeceğiz bundan sonra Şampiyonlar Ligi'nde.
F Grubu ikinci ölüm grubu. Eto'o Nou Camp bi tane çaksa zevkten 4 köşe olurum. İbra'da San Siro'ya dönüyor. Mourinho sallar durur artık Guardiola'ya. Bu ikili yüksek ihtimal çıkar da zor Ukrayna ve Rusya deplasmanlarına gidecekler. Biraz üşüsünler. Rubin Kazan, Kiev'i altına alırsa şaşırmamak lazım.
G Grubu'nda Sevilla, Stuttgart diyorum. Şampiyonlar Ligi'nin en az ilgi çeken grubu olacak. Kimse yüzüne bakmaz.
H Grubu: Arseal birinciliğin favorisi elbette, ikincilik için AZ' yi daha şanslı görsem de Olympiakos fırlayabilir aradan. Zor tahmin. AZ diyelim yine de.
27 Ağustos 2009 Perşembe
"La Liga May Be The World's Best League"
"I think the last three or four years we've had English teams in the semi-finals of the Champions League so that says it all about where the Premier League is at at the moment. This season we have to wait and see if we're still the best league in the world or not."
Manchester United'ın yıldız oyuncusu Rio Ferdinand'ın Guardian'a verdiği röportajda yaptığı La Liga ve Premier Lig karşılaştırması bu. Seçilen başlık gaz ama söyledikleri o kadar değil. Tek cümle özetini yaparsak "La Liga çok kaliteli oyuncular alsa da hangi ligin en iyisi olduğunu Şampiyonlar Ligi'ndeki performans gösterecek."
Jukebox - 6
2- Chris De Burgh - When I Think Of You
3- Coldplay - Lovers In Japan / Reign Of Love
4- Simon & Garfunkel - Sound Of Silence
5- Mark Knopfler - Daddy's Gone To Knoxville
6- Bruce Springsteen - Rosalita (Come Out Tonight)
7- Billy Joel - Uptown Girl
8- Gary Moore - Parisienne Walkways
9- Johnny Cash - Ring Of Fire
10- Bob Dylan - The Times They Are A-Changin'
26 Ağustos 2009 Çarşamba
25 Ağustos 2009 Salı
Çok Açılmak İstemiyorlar
Maça geçersek Diyarbakır'ın ilk 30 dakikada oynadığı oyun oldukça iyiydi. Fenerbahçe daha ne olduğunu anlayamadan kalesine şut üstüne şut yağdı. Tabii bunda henüz hazır olmayan Lugano ve saçma hatalar yapan Bilica'nın payları yadsınamaz. İlk gol çok aptalcaydı da, sonraki pozisyonlarda maçın 2-0 olmaması Fenerbahçe'nin şansı. Volkan Demirel'in kontrolünde direkten dönen top efsanesi sürüyor. Gökhan Gönül de özellikle çizgiden çıkardığı top ve attığı golle maçın adamı oldu. Fenerbahçe' nin ilk golü bence hazırlanış ve son vuruş açısından sezonun şu ana kadarki en güzel golü. Hücumdaki son iki adamın takımın sağ ve sol beki olması Fenerbahçe' nin beklerinin etkinliğini gösteriyor. Gökhan'ın son vuruşu da müthişti. Bu golden sonra oyun Fenerbahçe'nin insiyatifinde geçti. 2. yarı Kazım ve Emre oldukça etkiliydiler. Geçen seneden sonra ikisi de müthişler bu sezon. Fenerbahçe adeta iki yetenekli oyuncu transfer etmiş gibi. Bu ikilinin etkili performansıyla oldukça rahat geçti ikinci yarı. Semih yaptığı koşularla tehlikeler yaratsa da (bir de penaltı golü var) forvet ikilisinin çok etkili olduğunu söylemek güç. Güiza kafasını biraz daha kaldırmalı. Özer Hurmacı'dan çok şeyler bekliyorum. Biraz geç girdi; ama yavaş yavaş da olsa maç temposu kazanması gerek. Kısaca her yönden zor geçmesi gereken deplasmanın sorunsuz atlatılması güzel. Takım her yönüyle geçen senenin üstüne koymuş. Bir tek Bilica "error" veriyor. Önder daha çok tercih edilmeli bence.
Çoğu Fenerbahçe taraftarının hayalindeki tablo belliı: Tuncay'ın dönüşüyle Andre Santos'un Carlos'un yerine çekilmesi. Şayet bu hamle olursa zaten dinamo gibi olan sağ koridordan bir eksiği kalmayacak solun da. Bunun üzerine de Lugano ve Özer form tuttuklarında, Alex ve Mehmet Topuz da iyileştiğinde Fenerbahçe tarihinin en "taş gibi" takımlarından birine sahip olacak. Benzer bir havaya sahip Galatasaray'da da durum böyle. Muhteşem bir şampiyonluk yarışı bizi bekliyor gibi.
23 Ağustos 2009 Pazar
Hıncal Uluç Neyi Beğenir?
"Çirkin TRT, saygısız yayıncılık!..
Allahtan Eurosport var.. Allahtan Eurosport'da seyirciye ve spora saygı duyan, ekran başına derslerine çalışıp gelen sunucular var da, Dünya Atletizm Şampiyonasını izlemek için TRT'ye muhtaç olmuyoruz.. Atletizmi, adı Dünya Şampiyonası da olsa spordan saymayan bir yönetim anlayışı.. 25 yıldır atletizm anlattıkları halde, hâlâ bu sporu öğrenme zahmetine katlanmayan sunucular.. TRT Spor yüz karasıdır, utanç vericidir.. Bu ülke insanının vergilerinin çöpe atılmasıdır. Şampiyonayı Eurosport'dan izliyorum, ara ara Nejat Kök'ün yorumlarını merak ettiğim için TRT3'e dönüyorum. Ama TRT'nin çok geveze, o ağız ishali, o çok ama boş konuşan sunucuları Nejat'ı oraya süs diye götürmüş olmalılar. Konuşmasına izin vermiyorlar.. 800 metre kadınlar finali bitti.. TRT'ye döndüm.. Bu erkek olduğu iddia edilen ve kadınlık testine giren Güney Afrikalı oğlan çocuğu görüntülü mucize genç kız için Nejat ne diyecek diye.. Aaa!.. TRT yayını kesti.. Hep böyle yaparlar.. Kenan'dan bu yana hep böyle yaparlar.. Atletizm pistte yapılan koşudur. O bitince yayın biter.. Oysa dünyanın en büyük, en müthiş atletizm olayı dekatlon devam ediyor.. Dünyanın en güçlü insanları, yüksek atlamayı sürdürüyorlar.. Daha sonra da 400 metrede yarışacaklar.. Ama Dekatlon, o Kenan'ın anlatımlarıyla bu ülkede efsane olan dekatlon TRT için spor değil.. Cart diye kestiler yayını ve neye geçtiler.. "Ligde haftanın maçları.." Yahu o maçlar oynanalı üç gün olmuş.. Meraklısı 33 kez seyretmiş, Çarşamba gecesi o saatte ekran başında sadece atletizm meraklıları var, bu çiğlik, bu iğrençlik yapılır mı?.. Yapar.. Dünya Şampiyonası'nın sabah seanslarını yayın gereği dahi görmeyen TRT kafası bunu ilk defa yapmıyor ki.. Gene yaptılar.. Futbol girdi.. Altında da alt yazı geçiyor, günün en son haberlerini veriyorlar.. Sevsinler.. Gecenin saat 23.00'ü.. Alt yazıda "Nevin Yetkin bu akşam 100 metre engellide yarı final koşacak" diyor.. TRT haberciliğine, laubalilik, sorumsuzluk ve insanı adam yerine koymazlığına bakar mısınız?.. Nevin yarışıp eleneli 3 saat olmuş. Bir saat önce de final yapılmış, 100 engelli bitmiş. TRT hala öğlen 12.00'nin haberini geçiyor alt yazıda.. Döndüm Eurosport'a.. O müthiş dekatlonu seyrettim.. Son senelerin en çekişmeli mücadelesi.. Altına yarışan en az beş adam var.. Altıncısı da Dünya Rekortmeni.. Öylesi.. Ve de Münih Olimpiyat Stadı tıklım tıklım dolu, kimse terk edip gitmemiş.. Giden sadece TRT.. Bu halkın vergileri ile bu yayını satın alan, bu halkın vergileri ile koskoca bir ekibi Münih tatiline yollayan TRT.. Gece yarısı, TRT3'e döndüm.. "O alt yazı yanlışlıkla orda kalmıştır. Düzeltmişlerdir" diye saf saf umut ederek.. Saat 24.00'te hâlâ "Nevin Yetkin bu akşam yarı final koşacak" yazısı dönüyordu.. Çünkü sorumsuz birinin ekrana yazdığı okuyup, rezilliği düzeltecek tek kişi yoktu TRT'de.. TRT Spor Servisi'nde.. Kurumda ferd-i vahit kendi yayınını izlemiyordu, bakar mısınız?.. Bay İbrahim Şahin.. Ben Hıncal Uluç.. TRT'ye Tele-Pazar yaparak eşek yükü ile para kazanıyordum. Programı bitirdiler diye TRT düşmanı oldum. Onun için bunları yazıyorum.. Siz sakın bana inanmayın.. Bu yazıya itibar etmeyin.. Bu muhteşem spor uzmanları, bu harika yayıncılarla, TRT'yi yönetmeye devam edin olur mu?.. Hatta Olimpiyatı piç edenlere yaptığınızı yapın.. Münih dönüşü, TRT Spor Servisi'ne gene plaket verin. Sizin gibi Genel Müdüre o yakışır!.. "
Bir plaket de Hıncal Uluç'a lütfen... Münih'te mavi pist vardı da biz mi koşmadık Ercan?
Inglourious Basterds
Sinemayla çok içli dış olmama rağmen burada fazla film yorumu yapmam; ancak Quentin Tarantino'nun yeni filmi biraz istisna gösterilmeyi fazlasıyla hakediyor.
2. Dünya Savaşı filmlerini nasıl bilirsiniz? Onu geçelim tarihi filmleri nasıl bilirsiniz? Bir yönetmen ele alacağı konuyu, dönemi inceler oyuncularını belirler ve kendi çizgisinde tarihsel bir yorum yapar; lakin bir konu pek çok kez tekrar edilirse artık seyirciyi sıkmaya başlar. Bunun en iyi örnekleri Vietnam ve 2. Dünya Savaşı filmleridir. Burada karşımızda yine bir 2. Dünya Savaşı filmi var. Tek bir farkla, yönetmen Tarantino ve 2. Dünya Savaşına bakışı tamamen sapıkça. Öncelikle söyleyelim bu filmdeki olayların çoğu gerçekten olmuş olaylar değil. Tarantino kendi tarihini yazıyor. Herkesin ruh hastası olduğu bir dünya var karşımızda. Belki de bir bakıma 2. Dünya Savaşı parodisi bu. Zaten bu şekilde bir üslupla film çekebilecek bir tek Coen Kardeşler var Tarantino'dan başka.
Filmi izlerken ekibin bu filmi çekerken oldukça eğlenmiş olduğunu farkedebilirsiniz. Filmde patlatılan çoğu kahkaha içten geliyor sanki. Hikayeden çok bahsedip tadını kaçırmak istemem. Özetle bir grup Amerika destekli Yahudi' nin kuruduğu Nazi Avcısı bir ekibin hikayesi. Yan hikayeler de oldukça fazla elbette. Burada özeliikle Christoph Waltz ve Til Schweiger'e özel birer yer ayırmamız gerekiyor. İkisi de mükemmeller zira. Hans Landa ve Hugo Stiglitz gibi iki unutulmaz karakter kazandırmışlar sinema dünyasına. Özellikle Hans Landa karakteriylr Christoph Waltz ışıldıyor (kaç dil konuşabildiğini de merak etmiyor değilim). Brad Pitt de oldukça iyi. Aksanını bütün film boyunca bir ritm gibi ayarlıyor, oldukça komik bir konuşma tarzı ortaya koyuyor. Özellikle Albay'ın İtalyanca konuştuğu sahnedeki mimikleri çapını belli ediyor. Melaine Laurent de soğuk güzelliği ve etkileyici oyunculuğuyla dikkat çekici. Filmin tek zayıf halkası Diane Kruger bence. Bu kadar iyi oyunculuğun yanında "kalaslığıyla" çok sırıtıyor.
Filmin bir askeri mahzen-bar karışımı mekanda geçen kısmı özellikle uzun züre hafızalardan çıkmayacak performanslara ev sahipliği yapıyor. Bunun dışında Tarantino tarzı bölüm geçişleri, sarı yazıları ve ekranı bolca kırmızıya boyayan ölüm sahneleri üst düzey bir sinematografi sunuyor bizlere. Keza finali de biraz önce bahsettiğim bölüm gibi bir klasik haline gelebilir. Kendinizi "yüzlerce insan ölürken hiç bu kadar kahkaha atmış mıydım?" diye sorarken yakalayacaksınız.
Film mesaj kaygısından ziyade dalga kaygısına sahip. Yani mesaj vermeliyim mantığıyla gitmiyor. Önüne geçen her şeyle dalga geçiyor. Savaş olgusu, Almanlar, Amerikalılar, Yahudiler, Fransızlar hepsi nasibini alıyor bu bombardımandan. Çoğu kişininin düşündüğü gibi bir Amerikan propagandası yok aslında. Daha çok Amerikalıların iki yüzlüğünden bahsediyor. Burada ekşi sözlük'te tam da anlatmak istediğim şeyi yakalamış olan mükemmel bir entry'i paylaşmak istiyorum. Kumru Jr takma adlı bir yazar tarafından yazılmış. Spoiler içeriyor dikkat.
"Amerikan tarihinin en kısa özetini aldığımızda göze çarpan en büyük "düşmanları" Kızılderililer ve radikal İslamcılar olmuştur. Amerika'nın topluma dayattığı bu sübjektif tarihte aklımızda kalan iki olgudan Kızılderililer ile ilgili olanı kafa derisi yüzerek ne kadar vahşi oldukları iken, radikal İslamcılar ile ilgili olan ise intihar bombacısı kullanarak sivil-asker demeden yaptıkları katliamlardır. Tarantino da filmde soysuzlar çetesine bu iki taktiği de kullandırarak, Amerika'nın yeri geldiğinde sırt çevirdiği bu taktikleri kullanmaktan asla çekinmeyeceğini göstermiştir.
Soysuzlar çetesi, baskın yaptıkları zaman ele geçirdikleri Nazi'lerin kafa derilerini yüzmüş ve hatta günümüz Taliban'ın kullandığı taktiklerden birisi olan kafa keserek adam öldürme eyleminin Tarantino çeşnili hali olan Beyzbol sopası ile adamı döven jJwbear karekterini de yaratmışlardır. Taliban bu vahşetin video kaydını yayınlayarak düşmanına psikolojik baskı oluşturmayı hedeflemişse, aynı şekilde Soysuzlar çetesi de aynı bağlamda baskınlarında bir Nazi'yi canlı bırakarak olanları diğer askerlere anlatmasını ve aynı terör etkisini oluşturmayı hedeflemiştir.
Yine filmin final sahnesinde görüldüğü üzere, Soysuzlar çetesi, "savaşı bitirmek için", üst düzey Nazi yetkililerini öldürmeye karar vermiş ve bunun için en uygun yöntemin ayaklarına dinamitler bağlanmış iki askeri sinema salonunu havaya uçurarak yapmasına karar vermiştir. ancak tıpkı filmde altı çizildiği gibi salonda sadece askeri yetkililer değil aynı zamanda film eleştirmenleri, film yapımcıları, ünlü oyuncular gibi siviller de mevcuttur. Amerika, günümüzde en çok eleştirdiği sivil ölümlerini bu kurgu filmde hiçe saymaktadır"
Evet işte Tarantino tam olarak da bunu vermeye çalışıyor. Amerikan yanlısı bir yanı pek yok yani filmin. İlk iki bölümü’nün senaryolarının 20 yıl öncesinde yazıldığını hatırlatalım. Tarantino uzun yıllardır hayalini kurmuş yani bu yapımın. Son sahnede Brad Pitt’in ağzından “bu benim şaheserim olabilir” cümlesi duyuluyor. Bu çok yüksek ihtimalle Tarantino’nun bu filmine bakış açısını yansıtan bir replik olmuş. Yönetmenin ağzından bir son gibi. Neden “bastards” değil de “basterds” diye sorarsanız mantıklı bir cevabı yok. Kelime oyunu yapılmış. Büyük ihtimalle normal bir film değil bu mesajını daha insanlar afişi görünce anlasın diye yapılmış.
Artık toparlasak iyi olur. Mükemmel bir soundtrack'e sahip, fazlaca Tarantino sosuna bulanmış, sapık ruhlu, itici, komik ve manyak bir 2. Dünya savaşı yorumu izlemek istiyorsanız bu filme mutlaka gidin derim. Ana karakterleri korunmuş, üzerine bir sürü kurmaca karakter eklenmiş, gerçekte olduğundan bambaşka bir son ile biten bir savaş ve “geberip duran” bir sürü tip. Başarılı, üstelik de rahatsız edici derecede başarılı bir yapım bu; kaçırılmaması gereken.